Sende Aktif ol Sende Dunya OL Sende Aktif-Dunya Gibi OL

Deyimler-1

 

1-2-3-4-5-6-7-8-9-SoN

“A” Harfiyle Başlayan Deyimler                                

“Armudun sapı, üzümün çöpü var” demek:Her şeye kusur bulup hiçbir şeyi beğenmemek.

“Aşağı koysam pas olur, yukarı koysam is olur.”demek: Çeşitli davranış yollarının hepsinde sakınca gören bir titizliği bulunmak.

A’dan Z’ye kadar: Baştan aşağı

Aba altından değnek göstermek: Sakin, yumuşak görünmekle birlikte karşısındakini gizliden gizliye korkutmak.

Abacı, kebeci, ara yerde sen neci?: “Tamam, ilgililer bu işe karışabilirler, ama sen neci oluyorsun” anlamında kullanılır.

Abayı sermek: Bir yere izin almaksızın yerleşmek.

Abayı yakmak: Gönül verip âşık olmak, tutulmak.

Abbas yolcu: 1. Yola çıkmaya kesin kararlı.”Abbas yolcu! Daha fazla oyalamayın.” 2. Ölmek üzere (olan).

Abdal dili dökmek: Birinden yardakçıların diliyle bir şey istemek. Böyle yaparak birisine yaranmaya çalışmak.

Abdestinden şüphesi olmamak: Kötü bir iş yapmadığına inançlı, kendine güveni tam olmak.

Abdestsiz yere basmamak: Çok dindar, dinin buyruklarına çok bağlı olmak.

Abesle iştigal etmek: Yersiz, yararsız, boş ve anlamsız şeylerle vakit geçirmek.

Abuk sabuk konuşmak: Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz söylemek.

Abur cubur: Yararlı olup olmadığı düşünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler.

Aceleye gelmek: Bir şeyi, zaman yetersizliğinden ötürü gerektiği gibi yapamamak.

Aceleye getirmek (dara getirmek): 1. Bir işi gerektiği gibi yapmayıp, zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak. 2. Zaman darlığı sebebiyle gereken özeni göstermemek.

Acemi çaylak: Toy, tecrübesiz, beceriksiz.

Acı çekmek (duymak): 1. Ağrı, sızı duymak. “Kazadan sonra çok acı çekti.” 2. Üzülmek, üzüntü içinde kalmak.

Acı soğuk: Çok üşütücü, etkili soğuk.

Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek): Bir şeyin verdiği acı, üzüntü benliğinde derin iz bırakmak.

Acısını çekmek: Yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntüyü yaşamak.

Acısını çıkarmak: 1. Acılığını yok etmek. 2. Önceden uğradığı maddî ve manevî zararı sonradan gidermek. 3. Öç almak.

Acı soğuk: Keskin, hoşa gitmeyen, çok üşütücü soğuk.

Acı çekmek:Uzun süre acı ve üzüntü içinde bulunmak.

Acı söz: İnsanı gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz.

Acından ölmek: Aşırı derecede yoksul olmak.

Acısı içine çökmek: Bir olayın yol açtığı üzüntü,benliğinde derin iz bırakmak.

Acısını çekmek: Yanlış yapılan bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntü içinde bulunmak.

Acısını çıkartmak: 1. Gördüğü maddi ve manevi zararı karşılayacak bir iş yapmak.2. Öç almak.

Aç acına: Aç olarak, hiçbir şey yemeden.

Aç karnına: Mide boşken, bir şey yememiş olarak.

Aç susuz kalmak: Çok yoksul duruma düşmek.

Açığa çıkarılmak (alınmak): İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek.

Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak.

Açığı çıkmak: Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu anlaşılmak.

Açığını bulmak: Herhangi bir işteki eksiği, hileyi veya zararı ortaya çıkarmak.

Açık alınla: Başarı, şeref, övünç ve dürüstlükle.

Açık bono vermek: Bir kimseye sınırsız, istediği gibi davranma yetkisi tanımak.

Açık fikirli: Olayları, gelişmeleri, yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayan; düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen kimse.

Açık kalpli (yürekli): Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse.

Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak.

Açık kart vermek: işleri kendi adına yürütmesi için birine tam yetki vermek.

Açık konuşmak: Gerçeği sakınmadan, çekinmeden söylemek.

Açık olmak: İçten ve açık kalpli olmak.

Açık oturum: Bir konunun herkes tarafından izlenebilecek biçimde birkaç kişi arasında tartışıldığı toplantı.

Açık saçık: Göreneğe, terbiyeye aykırı derecede açık (söz, davranış, elbise).

Açık seçik: Çok açık, çok belirgin, ayrıntılarına kadar görülebilen.

Açıkta kalmak (olmak): 1. İş ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak.

Açıktan kazanmak: Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak.

Açık vermek: 1. Geliri, giderini karşılamamak. 2. Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli etmek.

Açık yürekli: Düşündüğünü olduğu gibi söyleyen, gizli yönü olmayan, içi temiz kişi.

Açılıp saçılmak: Alışılandan çok açık giyinmeye başlamak, oldukça kapalı giyinmişken, giysilerini çıkarıp açık saçık duruma gelmek.

Açlıktan göbeğine taş bağlamak: Aç ve çaresiz durumda olmak.

Açlıktan köpük kusmak: Açlıktan ölecek duruma gelmek.

Açlıktan nefesi kokmak: 1. Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak. 2. Uzun zaman bir şey yemediği anlaşılmak.

Açmaza düşmek: İçinden çıkılması oldukça güç bir durumda kalmak.

Açmaza getirmek: Birini içinden çıkamayacağı bir duruma düşürmek.

Aç susuz kalmak: Çok yoksul bir duruma düşmek, fakirlikten yaşayamaz hâle gelmek.

Açtı ağzını yumdu gözünü: Kızarak çok ağır şeyler söylemek.

Ad almak: Ün kazanmak.

Ad takmak: bir kişiye, dikkati çeken durumuna, niteliğine uygun bir ad vermek.

Adam kıtlığında: İşe yarar kimse bulunmadığı veya az bulunduğu yerde ve zamanda.

Adam sırasına geçmek: Önceleri toplumda önemli bir yeri yokken artık kendisine değer ve önem verilir kişi olmak.

Adama dönmek: Hoşa giden bir duruma gelmek, düzelmek.

Adamdan saymak: Değeri olmadığı hâlde bir kimseye kıymet vermek, saygı duymak.

Adam etmek: 1. Eğitmek, yetiştirmek, belli bir seviyeye getirmek. 2. Tamir edip kullanılır hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak.

Adam evladı: İyi bir ailenin iyi yetiştirilmiş; özü, sözü doğru çocuğu.

Adam içine çıkmak: Topluluğa karışmak, eşe dosta gitmek, değerli insanların bulunduğu yerlerde olmak ve onlarla görüşmek.

Adam olmak: 1. Yetişip büyümek, gelişmek, iş güç sahibi olmak. 2. Onarılıp işe yarar hâle gelmek.

Adam (insan) sarrafı: Tecrübesi sayesinde insanların iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmiş kimse.

Adam sen de (adaaaam!): Bir işin önemli olmadığını, aldırılmaması gerektiğini anlatmak için söylenir.

Adam sırasına geçmek (girmek): Toplumda kendisine daha önce değer verilmezken, artık kendisine önem ve değer verilir olmak.

Adama dönmek: Kötüyken, iyi, beğenilir bir duruma gelmek.

Adamına düşmek: Yapılacak, yürütülecek bir iş, güzel bir rastlantıya iyi bir adama, uzmanına verilmiş olmak.

Adamlık sen de kalsın: 1. Bu işi nasılsa sana yaptıracaklar.Bunu kendiliğinde yap da onurunu koru. 2.  O, sana kötülük yaptı, ama sen ona iyilik yap.

A`dan Z`ye kadar: Bütünüyle, baştan aşağı.

Adet görmek: ( Kadınlarda) Aybaşı olmak, ya da ayda bir döl yatağından kan gelmesi.

Adet yerini bulsun diye: gerekli olduğuna inandığı için değil, herkes öyle yaptığı için ya da yapıldı denilsin diye.

Adı ata bindi, ayağı yerde gezer: Durumu sözde iyileşti, ama eskisi gibi yoksul yaşamı sürüyor.

Adı batmak: Adı anılmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak.

Adı çıkmak: Kötü bir şöhret kazanmak.

Adı çıkmış dokuza, inmez sekize: Adı iyiye ya da kötüye çıkmış bir kez; artık bu genel kanı kolay kolay değişmez.

Adı kalmak: Bir kimse veya şey ortadan kalktıktan, öldükten sonra adı dillerde dolaşır olmak.

Adı karışmak: İyi karşılanmayan bir olayla ilgisinin bulunduğu, o olaya karıştığı söylenmek.

Adı kulağına değmek: Ünü çok yayılmış olmak.

Adım atmamak: Kesinlikle gitmemek, uğramamak, aramamak.

Adım başına: Birbirine yakın yerlerde.

Adımını adımından şaşırmamak: İş yaparken, bir yere giderken çok yavaş ve ağır hareket etmek.

Adı batmak: Unutulmak, adı anılmaz olmak.

Adı çıkmak: 1.Pek haklı olmadığı halde ün kazanmak. 2.Namusça lekeli biri olarak bilinmek.

Adı gibi bilmek: Çok iyi bilmek, kesin olarak bilmek.

Adı kalmak: Kendisi yok olduktan sonra adı anılmak.

Adı sanı belirsiz: 1. Nerede olduğunu, ne olduğunu bilen yok. 2. Kimin nesi olduğunu bilen yok.

Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim: Ne yapacağımı sezdirmeden, yavaş yavaş senin bulunduğun yere bir yerleşeyim.Ondan sonra sana ne yapacağımı ben bilirim.

Adım atmamak: Kesinlikle gitmemek.

Adımını denk almak: Kötü bir duruma ya da birinin tuzağına düşme olasılığına karşı davranışlarında dikkatli bulunmak.

Adını anmamak: Bir şeyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmuş görünmek.

Adını koymak: 1. İsim vermek. 2. Bir şeyin karşılığını veya fiyatını kararlaştırmak.

Adını vermek: 1. Birinin adını bildirmek. 2. Biri tarafından salık verildiğini gönderildiği kimseye söylemek.

Adlı adıyla: Herkesin bildiği açık adıyla.

Aforoz etmek: 1. Kilise birliğinden çıkarmak. 2. Birini yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, ilişkileri tamamen koparmak.

Ağa diyeyim sana, yağın bulaşsın bana: Sana yardakçılık edeyim ki, beni görüp gözetesin.

Ağaca çıksa papucu yerde kalmamak: Her işi yolunda olmak, davranışları için bir engel bulunmamak.

Ağır aksak: Pek yavaş olarak, düzgün olmayarak.

Ağır basmak: 1. Ağırlığı fazla gelmek. 2. Bir işte etkili olmak, gücü üstün gelmek, istediğini yaptırmak.

Ağır başlı: Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, işlerini düşüne taşına yapan kimse.

Ağır canlı: Çok yavaş  iş yapan, uyuşuk.

Ağır gelmek: Yapılan bir hakaret ya da sözden dolayı gücüne gitmek, onuruna dokunmak.

Ağır oturmak: Her işe atılmamak, uslu durmak.

Ağır top: Birbirine karşı olan iki topluluğun her birindeki en güçlü kişi.

Ağırdan almak: Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz görünmek.

Ağır elli: 1. Oldukça yavaş iş yapan, çabuk yapmayan. 2. Vurduğu zaman çok acıtıp can yakan.

Ağır hastalık: Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastalık.

Ağır söz: Kişinin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayanılması güç söz.

Ağırlığınca altın etmek: Çok değerli olmak.

Ağırlığını koymak: Etkin olan gücünü kullanmak.

Ağırlık basmak: Beden gevşeyip uykusu gelmek.

Ağız açmamak: Hiçbir şey söylememek.

Ağız açtırmamak: Çok konuşarak başkasının konuşmasına olanak vermemek.

Ağız aramak (veya yoklamak): Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.

Ağız (söz) birliği etmek: Daha önce bir konuda anlaşarak aynı şeyi yapmak ya da söylemek.

Ağız burun birbirine karışmak: Yorgunluk, kavga, öfke gibi nedenlerle yüzün çizgileri değişik biçim almak.

Ağız dalaşı: Sözlü yapılan kavga, bağrışma.

Ağız dolusu: Birbiri ardınca söylenen kötü söz.

Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinin tersini söylemeye başlamak.

Ağız, dil vermemek: 1. Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2. Herhangi bir sebeple hiç konuşmamak, susmak.

Ağız eğmek: Yalvarmak, hiç de lâyık olmayan birine yüz suyu dökmek.

Ağız kalabalığı: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu dışı sözler.

Ağız kalabalığına getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp aldatmak.

Ağız kavafı: Karşısındakini ikna etmek için diller döken, çok konuşan, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse.

Ağız satmak: Yapamayacağı bir işi yapacakmış gibi konuşmak.

Ağız tadı: Bir topluluk içinde dirlik, düzenlik, iyi geçinme.

Ağız tadıyla: 1. Tadını duyarak.  2. Dirlik, düzenlik, rahatlık içinde.

Ağız tamburası çalmak: 1. Sözle oyalamaya çalışmak. 2. Soğuktan çenesi titreyerek birbirine vurmak.

Ağız tatsızlığı: Bir toplum içindeki düzensizlik.

Ağız yapmak: Birini aldatma, yanıltma, oyalama amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak.

Ağız yaymak: Kesin ve doğru konuşmaktan kaçınmak.

Ağız dil vermemek: Hasta, çok ağırlaşarakbir şey söyleyemez duruma gelmek.

Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir düşünceyi, bir sözü tekrar edip durmak.

Ağızdan ağza: Birisi ötekine, o da başkasına söyleyerek.

Ağızdan laf (söz) çekme(çalmak): Bir kişinin bildiği şeyleri ustalıklı konuşmalarda ona sezdirmeden öğrenmek.

Ağızlara sakız olmak: Olağanüstü bir durumdan dolayı herkesin konuştuğu kişi olmak.

Ağızları uymak: Doğru olduğundan kuşku duyulan bir konuda birkaç kişinin söylediklerinin uyuşması.

Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip şaşıran.

Ağzı (bir karış) açık kalmak: Çok şaşırmak, şaşakalmak.

Ağzı kalabalık: Çok ve manasız, saçma sapan, tutarsız sözler söyleyen.

Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek, sevindiği her hâlinden belli olmak.

Ağzı laf yapmak: Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak.

Ağzına (veya ağzının içine) bakmak: 1. Ne diyeceğini beklemek. 2. Onun sözüne göre hareket etmek.

Ağzına baktırmak: Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek.

Ağzına bir parmak bal çalmak: Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak.

Ağzına girmek: Dinlenirken konuşana doğru oldukça fazla yaklaşmak.

Ağzına lâyık: Bir yiyeceğin tadı anlatılırken kullanılır, çok lezzetli yiyecek anlamında.

Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak.

Ağzında gevelemek: Açık olarak söylememek, belirli konuşmamak.

Ağzından bal akmak: Çok tatlı, hoşa gider biçimde konuşmak.

Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak.

Ağzından düşürmemek: Bir kimseden veya bir şeyden her zaman söz etmek.

Ağzından girip burnundan çıkmak: Çeşitli yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya kandırmak.

Ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi, boş bulunup söyleyivermek.

Ağzından laf almak (çekmek): Bir kimseyi değişik yollarla ve ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri öğrenmek.

Ağzından yel alsın: Olumsuz, kötü şeylerden bahsedenlere karşı “ağzını hayra aç” anlamında söylenir.

Ağzını açıp gözünü yummak: Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret etmek.

Ağzını aramak: Karşısındakini kurnazca konuşturarak ağzından söz almak, istediğini öğrenmek.

Ağzını bıçak açmamak: Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak.

Ağzını havaya (poyraza) açmak: Umduğunu elde edememek, fırsatı kaçırdıktan sonra boş yere beklemek.

Ağzını kapamak: 1. Susmak. 2. Çıkarının elden gideceğini düşünerek birinin konuşmasını önlemek.

Ağzının içine bakmak: Konuşan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek.

Ağzının kokusunu çekmek: Bir kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak.

Ağzını öpeyim (seveyim): Sevindirici bir söz söyleyene “ne güzel, hoş söyledin” anlamında kullanılır.

Ağzının payını vermek: Sert söz ve davranışlarla karşılık vererek bir kimseyi yaptığına pişman etmek.

Ağzının suyu akmak: Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek.

Ağzının tadı kaçmak:Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak.

Ağzının tadını bilmek: 1. Güzel yemeklerden anlamak. 2. Bir şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.”Şunlardaki güzelliğe bak, ağzının tadını da biliyorsun hani.”

Ağzı sulanmak: İmrenmek.

Ağzı süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak.

Ağzı var dili yok: 1. Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2. Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan.

Ağzıyla kuş tutsa…: “Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da” anlamında kullanılır.

Ah almak: Birinin bedduasını üstüne çekmek.

Ahı çıkmak: Eziyete uğrayan bir kimsenin yaptığı bedduanın etkisini göstermesi.

Ahı tutmak: Zulüm görenin bedduasının yerini bulup gerçekleşmesi.

Ahı yerde kalmamak: Yaptığı ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek.

Ahkâm çıkarmak: Kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak.

Ahmak ıslatan: İnce ince yağan yağmur, çisenti.

Ahret kardeşi: Dünya ve ahiret işlerinde birbirlerinden ayrılmayan kimseler; kan bağı olmaksızın manevî olarak kurulan kardeşlik.

Ahrette on parmağı yakasında olmak: Haksızlığa uğrayışını bu dünyada önleyip hakkını alamayanın, öte dünyada (ahrette) kendisine sorumlu olan kimseden davacı olması.

Akan sular durmak: Artık itiraz edilebilecek, karşı durulacak bir nokta kalmamak.

Akıl defteri: Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığı küçük defter, muhtıra defteri, ajanda.

Akıl etmek: Herhangi bir önlem ve çareyi zamanında düşünmek, vaktinde hatırlamak.

Akıl hocası: 1. Birine yol gösteren, akıl öğreten kimse. 2. Herkese akıl öğretmeye meraklı kimse.

Akıl kârı olmamak: Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin yapacağı iş olmamak.

Akıl kutusu (kumkuması): Çok zeki, akıllı kimse; bilgiç.

Akıllara durgunluk vermek: Çok şaşılacak bir şey olmak.

Akıllı uslu: Dengeli, yaramazlık etmeyen, ölçüsüz ve taşkın davranışlarda bulunmayan.

Akıl öğretmek (vermek): Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek.

Akıl sır ermemek: Bir işin gizli yönlerini, niteliğini, asıl sebebini anlayamamak.

Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir iş uğrunda boşuna çaba sarf etmek.

Akla karayı seçmek: Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek.

Aklı almamak: 1. Akla uygun gelmemek, inanılacak gibi olmamak. 2. Anlamamak.

Aklı başına gelmek: 1. Zarar gördüğü işlerden uslanıp akıllıca davranmak. 2. Baygınlıktan ayılmak, kendine gelmek.

Aklı başından gitmek: 1. Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak. 2. Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi düşünememek.

Aklı başında olmamak: 1. İyi düşünebilir durumda olmamak. 2. Bayılmak, kendisinden geçmek.

Aklı çıkmak: Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak.

Aklı durmak: Şaşırmak, düşünemez bir hâle gelmek.”Resmi öyle güzel yapmış ki görsen aklın durur.”

Aklı karışmak: Ne yapacağını bilememek, bocalamak, şaşırmak.

Aklı kesmek: Bir şeyin olabileceğine, bir şeyi yapabileceğine inanmak.

Aklına düşmek: 1. Hatırlamak. 2. Kafasında bir düşünce doğmak.

Aklına esmek: Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar vermek.

Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu şeyin zarar verici etkisine uğramak.

Aklına gelmek: 1. Hatırlamak. 2. Bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak.

Aklına koymak: 1. Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek.2. Bir fikri başkasına aşılamak.

Aklına (aklını) takmak: Bir şeyi devamlı olarak düşünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla meşgul etmek.

Aklına yer etmek: Uygun bulduğu bir düşünce kafasına yerleşmek.

1-2-3-4-5-6-7-8-9-SoN

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol